Hayat Her Gün Yaptığımız Tercihlerden İbarettir

[siteorigin_widget class=”SiteOrigin_Widget_Image_Widget”][/siteorigin_widget]

Eğer, tüm hayatımızı etkileyecek, geri dönüşü olmayan ya da çok zor olan bir karar alıyorsak kafamızın çok net olması gerekir.

Bir düşünce eken bir eylem biçer.

Bir eylem eken bir alışkanlık biçer.

Bir alışkanlık eken bir karakter biçer.

Bir karakter eken kaderini biçer.

Bugün, iki sorunun cevabını birlikte bulmaya çalışacağız.

İnsanların kafası neden karışır?

Hangi insanların kafası karışır?

İki bayan öğrencinin, bir televizyon programında yaptıkları ‘Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi beğeniyorum’ ve ‘İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı.‘ açıklamaları çoğumuzu hayrete düşürdü. Daha sonra da yapılan araştırmalarda bir tanesinin, yerleşmek için seçtiği ülke neden İran değil de Kanada, şeklinde yorumlar yapıldı.

Bu arkadaşların, bu sözleri neden sarf ettiklerini anlayabilmemiz için, yetiştirilme çağından itibaren, onlara doğru olarak öğretilenlerin neler olduğuna bakmamız gerekir.

Her insanın hayata karşı bir duruşu vardır. Bu duruşta, çocukluğumuzdan beri bilinçaltımıza yerleşen önyargılar ve daha sonrasında okul, iş ve aile çevresi, arkadaşlıklar sonucu oluşan ilişkilerin de katkısıyla, doğru- yanlış tanımlamalarını bize yaptıran fikirler vardır.

Doğru ve yanlışın tanımı, temel bazı konularda değişmezken (elini ateşe tutarsan yanarsın gibi), bazı toplumsal konularda, ideolojilerde zaman içinde değişebilir (öğrencilik yıllarında kapitalizme karşı çıkan bazı kişilerin ileride sermaye sahibi olup eskiden savunduğu fikirlerin tam tersine hareket etmeleri gibi ).

Burada, herhangi bir konuda karar verirken, alacağımız kararın sonuçları önemlidir. Eğer, tüm hayatımızı etkileyecek, geri dönüşü olmayan ya da çok zor olan bir karar alıyorsak (kalıcı dövme yaptırmak, rejimi farklı bir ülkeye yerleşmek gibi)  kafamızın çok net olması gerekir. Bize bu kararı verdiren etkenleri iyice tartmamız ve sonuçlarını çok iyi düşünerek, bu sonuçları ne kadar güçlü olarak karşılayabileceğimiz düşünülmelidir. Çünkü bir tane hayat şansımız var ve aldığımız bu karar, bizim ve varsa ailemizin tüm hayatını etkileyecek şekilde, geri dönüşü olmayan bir yola sokacaktır. İşte burada alacağımız kararın, bizim dokumuza ne kadar uygun olduğu, bizi bu kararı almaya yönlendiren olay ve kişilerin bizim için ne kadar önemli olduğu, geçici bir heves mi yoksa vazgeçemeyeceğimiz birileri (anne-baba- eş gibi) nedeniyle mi bu kararı aldığımız da önemlidir. Aldığımız karar, bizim söylemlerimizi de etkileyeceğinden, artık bu yönde bir söylemimiz olduğunu, bunun sonuna kadar arkasında duracağımızı da bilmemiz gerekir.

Bütün bu açıklamalardan sonra, gündemdeki konumuza dönersek; adı geçen bayanların kafalarının bir parça karışmış olduğunu düşünebiliriz. Çünkü savundukları kişi ya da ülkeler hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadıkları, bu fikirlerin onlara başkalarınca dikte ettirildiği, bir amaca hizmet ettikleri o kadar belirgin ki, kendileri bunun farkında bile değiller. Bunu da Atatürk’e hakaretten hakkında soruşturma açılan genç kızın savunmasında, ilerleyen zamanlarda görebiliriz. Söylediklerinin yanlış anlaşıldığını, aslında … demek istediğini vs vs.

Bayanlardan birisi, İngiliz yönetimini beğendiğini söylüyor. Acaba, bugüne kadar, dünya üzerinde İngiliz sömürgesi olup da mutlu olmuş bir ülke gösterebilir mi bize? Mesela Hindistan’ı ele alalım. Acaba bu arkadaş, Hindistan’da Bhopal eyaletinde, böcek ilacı fabrikasında çıkan patlamada, fabrika sahibinin (İngiliz) korunma önlemlerini almaması yüzünden 18.000 kişinin öldüğünü biliyor mu? Ya da  (İngiltere tarafından) çocuk aşılarının gönderilmemesi, geç gönderilmesi yüzünden kaç tane minik bedenin hayata gözlerini yumduğunun farkında mı? Orada yaşayanlar neden İngiliz sömürgeciliğine karşı büyük bir mücadele vermiş olan, Mahatma Ghandi’yi büyük bir saygı ve özlemle anıyorlar? İngiltere’nin kendi topraklarında kendi vatandaşlarına tanıdığı haklar ile sömürgeleri üzerindeki insanlara eşit davranacağını mı düşünüyor? Bir ülke, bir başka ülkenin yönetimine neden talip olur? Eğer, bir menfaati yoksa bu fazladan bir yük getirmekten başkaca bir şeye yaramaz.

Bu düşüncede olan kişilerin, başka bir ülkede ikinci sınıf vatandaş olma (İngiltere’ye yerleşebilir) ya da sömürgeciliğini istediği ülke tarafından kendi ülkesinde yine ikinci sınıf vatandaş olma yönünde bir istekleri var. Ben, kendi ülkemde, doğduğum topraklarda birinci sınıf vatandaş olabilecekken, tercihini bu yönde kullanmanın mantığını anlayamam; çünkü benim kafam net. (Burada, iş, eğitim ya da başkaca sebeplerden dolayı yabancı ülkelere giden ve yerleşen kişilerin fikirlerine, tercihlerine de saygı duyduğumu belirtmem lazım. Önemli olan yapılan tercih sonucu kişinin mutlu olması, istediği hayatı yaşamasıdır.)

Ama sömürgeciliği savunan ya da ülkesinin rejimini beğenmeyip, aradığı mutluluğu, huzuru başka ülkelerde arayan kişilerin şunları kendisine sorması lazım:

– Ben, bugüne kadar ülkemde yanlış giden şeyler için mücadele ettim mi? Mesela; kadınların parlamentoda temsil sayısı çok az ya da kadın hakları ülkemizde tam olarak uygulanmıyor. O zaman, ben bunlar için neler yaptım? Mecliste, kadın hakları için görev yapanlara yardımcı oldum mu?

[siteorigin_widget class=”SiteOrigin_Widget_Image_Widget”][/siteorigin_widget]

-Ben kendi ülkemdeki yönetimi beğenmiyorsam, beğendiğim ülkede gerçekten mutlu olabilecek miyim? (Ki örnekteki kişinin Kanada’ya gittiğini ancak orada kendisinin ve çocuklarının kültürel erozyona uğramaması için ve İngilizce konuşmaya başladıktan sonra ülkesine dönmeye karar vermiş). Orada da bana ters gelen şeyler olursa, nereye gideceğim? Kendime ve aileme tam olarak uygun gördüğüm ülke ve yönetimi hangisi? Bu ülkeyi bulana kadar kendimi ve peşimden de çocuklarımı oradan oraya sürükleyecek miyim? Bulamazsam, ülkeme dönüp rejimini benim istediğim şekilde değiştirmesini mi isteyeceğim?

– Bana, bugüne kadar, kendi fikrimin, kendi karakterimin oluşmasında kimler, hangi fikirleriyle etkili olmuştur? Bunları doğruluğunu / yanlışlığını araştırdım mı? Farklı düşüncelere, farklı fikirlere kulak verdim mi? Düşüncemin tam olarak doğru olduğuna nasıl karar verebilirim? Benim bu yönde düşünmemi sağlayan kişiler, bana bu fikirleri hangi amaçlarla söylüyorlar? Bunlar benim kendi düşüncelerim mi yoksa ben, içeriğini tam olarak bilmediğim bir amaca mı hizmet ediyorum? Savunduğum fikrin sonuçlarını öngörebiliyor muyum?

-Kendime model aldığım, beğendiğim kişi doğru kişi mi (Humeyni)? Onun tüm söylemlerini, fikirlerini, icraatlarını biliyor muyum? Hepsini onaylıyor ve beğeniyor muyum? Beğenmediğim liderin (Atatürk) yaptıklarının hiç birisini mi beğenmiyorum? Atatürk’ün getirdiği laiklik sisteminde; Anayasa’nın 24. maddesini okuyup anladım mı? Yoksa sadece, benim kendi seçimimden dolayı (başını örtmesi)(olabilir saygı duyuyorum), benim şartlara değil şartların bana uygun olmasını mı istemekteyim? Yarın, bir Yahudi arkadaşımız ‘Kippah’ ile, bir Hristiyan kardeşimiz haçla okula geldiğinde, kendisinin dinini rahatça uygulayabilmesi için, kilise ve sinagog isterse, ona da aynı hoşgörüyle yaklaşabilecek miyim? Her okula ya da devlet dairesine mescit, kilise, sinagog ya da cemevi mi yaptırmam gerekir? Ya farklı bir dinden daha birisi gelirse? (Bugün dünya da yaklaşık 23 farklı inanç ve bunların eğilimleri var.) Ben İslam dinini yaymaya çalışırken onlar da kendi dinlerini yaymak isterlerse, aramızda çatışma çıkar mı? Yoksa hoşgörüyle, tabii ki kardeşim, sen de dini inancını okulda, devlet dairesinde rahatlıkla savunabilirsin mi, diyeceğim? Bir kişinin Allah’la arasında kalması gereken dini tercihini, eğitim kurumuna ya da iş ortamına taşıması, ne derece doğrudur? Ben, inancımı içimde yaşasam ve bunun hesabını sadece kendime versem, bu benim için dayanılması çok güç bir durum mudur? Allah ile benim aramda yaşadığım inancı, bir şekilde başkalarına da ispatlamam, onay almam mı gerekiyor? Allah’la arama neden aracılar koyuyorum? Benim dinimi nasıl uygulayacağımı, bana Kur’an-ı Kerim’den başkaca bir kaynak veya kişi söyleyebilir mi?

– Ben, bu vatanın sınırları çizilerken, kaç kişinin kanının aktığının, ne zorluklar çekildiğinin farkında mıyım? Yabancı devletlerin, ülkemin toprakları üzerinde hiç bitmeyen planlarının tamamını biliyor muyum? Ülkemin insanlarını kutuplara ayıran düşüncelerin temelini acaba kimler, neden attı? Bugün, bunlardan birisi, ülkemin toprağının bir karışını, kendi menfaatine kullanmaya kalkarsa, mücadele mi edeceğim yoksa kılımı kıpırdatmadan olan bitene seyirci mi kalacağım?

İşte, tüm bu soruların cevabını, çok önceden verebilmiş, kafası karışık olmayan insanlar, her şartta aynı çizgide ilerler. Geçmişini, tarihini, dinini, devletinin yönetim biçimini, Anayasasını okur ve anlar. Kendisinin bu devlet sayesinde, bu topraklarda yaşayabildiğini bilir.

Ancak, bu sorulara, duruma göre farklı şekillerde cevap verenlerin (önce Atatürk’ü sevmediğini söylüyor sonra çok tepki alınca ben Atatürk’e karşı değilim, diyebiliyor.) savunduğu fikri tam olarak anlamamış olduğu, bu fikirlerin içini tam olarak dolduramadığı ortaya çıkıyor. Eğer, siz, savunduğunuz düşünceyi, milyonların önünde ifade ediyorsanız, bu fikre her ne olursa olsun sahip çıkmanız, arkasında durmanız gerekir.

Aksi de zaten, başta söylediğim gibi kafa karışıklığından başkaca bir şey değildir.

Son söz: Milletvekillerinin göreve başlarken ettiği yemini, bu ülkenin varlığının devamını isteyen her vatandaşın da bilmesi gerekir:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.” 

Scroll to top
error: