Bu Bir Çağrıdır! Haydi Gençler,19 Mayıs 2010 Miladımız Olsun!

[siteorigin_widget class=”SiteOrigin_Widget_Image_Widget”][/siteorigin_widget]
Geçmişte yapılan ve halen yapılmaya da devam eden kirli siyasetler ve uygulayıcıları bizleri politikadan soğuttu, uzaklaştırdı. Eski parlamenterlerin saygınlığı, günümüz uygulayıcılarında maalesef hemen her gün yapılan yolsuzluklar, torpiller ve bu ülkenin yarını için değil günü kurtarmak için uygulanan politikalar yüzünden, kaybolmuştur. Böyle olunca da sanki milletvekili olmak ya da idari bir kadroda yer almak bu tür kötü imajları çağrıştırdığından halk ve siyasiler arasına uçurumlar girmiş, adeta bir suyun iki yakasında, birbiri ile kopuk, kendi dünyalarında sınıflar oluşmuştur.

Suyun bir tarafında geçim derdine düşmüş, krediler, kredi kartları ve taksitlerle geleceği ipoteklendirilmiş bir halk; diğer tarafında ise halktan kopuk, bu ülkenin kalkınmasını, ilerlemesini değil bin bir çeşit planlarla gerek ekonomik gerekse stratejik olarak farklı emellere sahip kişi ve ülkelerle el sıkışan, sadece seçim zamanı suyun diğer tarafını hatırlayan siyasiler yer almıştır. İçlerinde iyi olanlar yok mu ? Tabii ki var. Ama eskilerin deyimi ile ‘Her sepette 1-2 çürük elma olur’ misali şimdi tam tersi olarak, her mecliste 1-2 iyi milletvekili olarak azınlıkta kalmışlardır.

Peki biz Türk Gençliği olarak, bütün bu gelişmelere seyirci mi kalacağız? Bir Türk olarak kendimize, ülkemize, gelecek nesillere ne gibi bir faydamız olacak? Bizden sonra arkamızda ne bırakacağız? Bizim bu dünyaya gelişimiz ve gidişimiz arasında geçen sürede neler yaptık? Görevimiz neydi? Böyle bir görevimiz olduğunu biliyor muyduk yoksa sadece geldik ve gidiyor muyuz? Bu görevi bize başkalarının mı hatırlatması gerekiyor? Eğer öyle ise bu başkaları oldukça uzun zamandır yaptıkları ile bu görevi bize haydi haydi hatırlattılar. Daha fazla geç kalmadan bir şeyler yapmazsak ileride yapabileceğimiz bir şey de kalmayacak.

– Komşularımıza ne zaman yabancılaştık? Ne kadar zıt kelimeler: Komşu- yabancı. Ama oldu işte.

– Az çalışıp çok kazanmanın doğru olduğuna ne zamandan beri inandık?

– Çevremizi kirletmeye, dilimizi kirletmeye, inançlarımızı, değerlerimizi kirletmeye ne zaman başladık?

– Bizi kimler, ne zaman hazırcılığa alıştırdı?

– Araştırmadan, doğrusunu öğrenmeden ne zamandan beri bize sunulanı kabul eder hale geldik?

– Birbirimize şüpheyle yaklaşmaya, dostlukları kaybettiğimizde üzülmemeye, birbirimizin kuyusunu kazmaya, birbirimizi ve aynı zamanda da kendimizi kandırmaya ne zaman başladık?

– Eğitime, okumaya, kendimizi geliştirmeye ne zamandan beri gerek duymuyoruz?

– Ne zamandan beri sesimizi çıkarırsak, itiraz edersek, tepki alacağımıza, hatta haklı iken haksız duruma düşeceğimize inanır hale getirildik?

– Yardımlaşma duygumuzu kimler yok etti ?( Çok sevdiğimi bir söz vardır: Bir iyiniyetin suistimali o iyiniyetin başkaları ile paylaşımına engel olur.)

– Ne zamandan beri, özümüze hiç de uymayan yukarıda saydığım özellikler prim yapmaya başladı? Ne zaman bıraktık ipin ucunu?

Yabancı ülkelere gittiğimizde, orada tarihin ne kadar güzel korunduğunu, medeni bir insan olmanın ne demek olduğunu fark ettiğimizde sadece ‘Benim ülkem neden böyle olamıyor?’ deyip üzülmekle mi yetineceğiz? Ya da belirli kesimler lobicilik faaliyetleri ile ülkemizi ve tarihimizi karalıyorlarsa, dinimizle ilgili karikatürler yayınlıyorlarsa bizler sadece bunları maillerle birbirimize gönderip seyirci mi kalacağız?

Arkadaşlar, üzülmekle, oturmakla, kayıtsız kalmakla, birileri nasıl olsa bir şeyler yapar, demekle elimize bir şey geçmez. Eğer birileri farklı amaçlar uğruna bu kadar çalışıyorlarsa bizler de daha çok çalışıp onların ezberlerini bozabiliriz.

Nasıl mı?

• Üzerimize atılan bu ölü toprağından silkinip harekete geçerek,

• Siyaset yapmaktan, konuşmaktan korkmayarak,

• Daha çok okuyarak, daha çok araştırarak bize sunulanı kabullenerek değil kendi fikrimizi oluşturarak,

• Aile değerlerimize, kültürel değerlerimize, geleneklerimize daha çok değer vererek,

• Dilimizden, kültürümüzden özümüze aykırı olanları ayıklayarak,

• İyi, dürüst, saygılı, ahlaklı, prensip sahibi, işini en iyi şekilde yapan, kolay eğilip bükülmeyen, kendi doğrularından, ülke menfaatlerinden taviz vermeyen, menfaat uğruna değerlerinden vazgeçmeyen insan olarak,

• Dinlemeyi bilerek, hoşgörülü olarak, eleştiriye tahammül ederek,

• Günü kurtaracak değil geleceği yaşatacak şekilde bir hayat felsefesine sahip olarak,

• Duyarsız, kayıtsız olmayarak, yanlışların düzeltilmesi için sonuna kadar gidip bu yoldan vazgeçmeyerek, doğruyu, dürüstü takdir ederek…

Bu ve buna benzer birçok şeyi hayatımızın düsturu olarak kabul eder ve benimsersek, işte o zaman kendi geleceğimizi kendimiz belirleyebiliriz.

Türk halkı olarak sadece tarihimizle övünerek bir yerlere gelemeyiz. Tarihimizi yazanlar kadar cesur olamazsak bizden sonra yazılacak tarih geçmişteki kadar şanlı olmayacaktır. Bu kadarının, bu ülke toprakları için şehit olmuş binlerce Türk evladına ve cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e borcumuz olduğunu düşünüyorum.

Tüm Türkiye’de ve dünyanın her neresinde olursa olsun Türk Gençliği’ne sesleniyorum.

Yarınlarımızı belirlemek bizim ellerimizdedir. Her ne yaparsak kendimiz yaparız. Yeter ki artık durmayalım, beklemeyelim ve harekete geçelim.

Evet, 19 Mayıs 2010 tarihini milat olarak kabul edelim. Ve bu tarihten itibaren de tek bir hedefe odaklanalım:

TÜRKİYE’Yİ, EĞİTİM, EKONOMİ, KÜLTÜR, TARIM, MEDENİYET, TURİZM, DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI ve SİYASET ALANLARINDA DAHA İLERİYE GÖTÜRMEK.

GENÇ TANIMI: Gençlik sadece bedenen 18-24 yaş aralığında olanlar değildir. Genç insan, hem bedenen hem de ruhen hayatın içinde olan, yapacakları, hayalleri, umutları bitmeyen, sürekli olarak düşünen ve üreten insandır.

* Bu yazı ilk olarak 2008 yılında kaleme alınmış olup 19 Mayıs 2010 tarihinde Demokrat Parti Çankaya İlçe Teşkilatı internet sayfasında yayınlanmıştır.

Scroll to top
error: