Mahalle Baskısı; İyi, Güzel ve Doğru

[siteorigin_widget class=”SiteOrigin_Widget_Image_Widget”][/siteorigin_widget]

Bundan bir kaç yıl önce Sn. Prof. Şerif Mardin tarafından hayatımıza giren ‘Mahalle Baskısı’ kavramına, Sn. Mardin’ in yeni açıklamaları ile ilave edilen ‘İyi, Güzel ve Doğru’ kavramlarının, yine toplumu ikiye bölen tarzda ortaya atılması konusunu tartışmaya açmak istiyorum.

Bugün dünyanın hemen her yerinde, dini değerlerin yükselme trendi içinde olduğu görülmektedir. Bunun nedeni olarak da, medeni dünyada insanların yalnızlaşması sonucu, bireyselliğin ön plana çıkacağı beklentisinin aksine, insanların kendilerini bir topluluğa ait hissetme ihtiyacını gösterebiliriz. Medeni dünyada hızla ilerleyen teknolojik gelişmeler, borsalar, devletlerin iç ve dış politikaları, savaşlar, doğal afetler sonucu kendisini yalnız hisseden ve bu gelişmeleri yakalayamayan; bir çıkış noktası arayan insanların büyük bir bölümü, dini umut olarak görmüşler ve tek değişmeyen olgu olan dinin etrafında toplanmanın yarattığı güvene sığınmışlardır.

Gelinen bu noktada, Sn Mardin’in bahsettiği, bir tarafta yüzyıllardır süre gelen ve ‘İyi, Doğru ve Güzel’ kavramlarının karşılığını tanımlamış dini değerlerin, diğer tarafta ise Cumhuriyet’in eğitim sistemi ve laiklik konularında halkın ‘İyi, Güzel ve Doğru’nun karşılığını anlayamadığı ve/veya bulamadığı bir yapının oluşmasında, yaratılan ‘Korku Kültürü’nün de, büyük payı vardır. Devletin korkularına çare bulacağını uman halk her yeni seçimde bu korkularına (ülke güvenliği, ekonomik istikrar, geleceğini teminat altına alma vb) derman olacak siyasileri yönetime getirmeye çalışmış, ancak bugün gelinen noktada korkularının giderilmesi bir yana, tam tersi olarak yeni korku ilaveleriyle (taraf olmaya mecbur bırakılma)  bu umudunu da kaybetmiştir.

Bugün ABD’de hala, 11 Eylül’ün üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen, halkın korkuları üzerine yatırım yapılmakta, iç ve dış siyasette, siyaset refleksinden uzaklaştırılan halk,  felaket senaryoları ile susturulmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde ise, hem dış odaklı korkularla hem de laikliğin korunamadığı düşüncesiyle içeriden beslenen ‘Korku Kültürü’ Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana en yüksek seviyesine ulaştırılmıştır. Aynı şekilde Türk halkının da siyasete olan inancı zayıflatılmış, tepkisiz ve ümidini kaybetmiş milyonlarca insan ortaya çıkmıştır.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Türkiye’de 600 yıl hilafetle yönetilmiş halka, cumhuriyetin ve laikliğin ne demek olduğunun tam olarak anlatılamadığı ve halkın bir kesiminin de bunu anlamadığı konusunda Sn. Mardin’e katılıyorum. Halkın bir kesimi, ‘Kıyafet Devrimi’  ile Batı tarzı giyimi benimseyen devlet büyüklerine karşı yine bir ‘Korku Kültürü’ ile yaklaşmıştır. Uzunca bir süre, takım elbiseli, kravatlı birisini gördüğünde ‘Okumuş Adam’ deyip çekinen, korku ile saygı karşımı bir duyguyla karşısında nasıl davranacağını bilemeyen insanlarımız olduğunu hatırlayalım. Bir anda Arapça harfleri bırakıp Latin alfabesine geçen, Batı’nın müziğini, sanatını anlamaya, eskiden davalara bakan ‘Kadı’nın yerine hakkını adliyede,  hakimlerde bulmaya çalışan, Müslümanlığı öğreneceği yerin cami olmasından çıkıp, din derslerinin verildiği okul, imam yerine öğretmenin modern bilimi ile karşılaşan halkın büyük bir çoğunluğu; önceleri bu yeni değerlere adapte olmaya çalışmıştır. Adaptasyonun en başarılı olduğu kesimler, devlette çalışanlar, siyasiler, kentte yaşayanlar olmuştur.

Fakat bir müddet sonra, adaptasyonunu tamamlamış  ‘Okumuş Adam’ların bir kısmının halktan kopuk yaşaması, halkın sorunları ile ilgilenmemesi (Televole kültürü), bir kısmının ise nefsine yenik düşüp rüşvet alması (işportacıların zabıtalardan, hırsızların polislerden, kaçakçıların gümrükçülerden korkmaması gibi), iktidarın verdiği güçle devletin imkanlarını kendi menfaatlerine yönelik kullanması (ihalelerde yapılan yolsuzluklar, kadrolaşma), halkın büyük bir kesiminde hayal kırıklığı ve inandığı değerlerin yıkıldığı hissini uyandırmıştır. İşte kırılma noktası da burada başlamıştır. Cumhuriyet’in ve laikliğin getirdiği sistemde  ‘Okumuş Adamlar’ın böylesine yozlaşması, kendi kültürüne, değerlerine yabancılaşması, önceleri bu sisteme adapte olmuş görünen halkın bir kesiminde ‘İyi, Doğru ve Güzel’in bu olmadığı düşüncesini uyandırmıştır. Burada da, zaten bir türlü yeni sisteme adapte olamayan ve de olmak istemeyen kesimlerde, yeniden dini değerlere yöneliş, laiklik karşıtı hareketler baş göstermiştir.

Çok partili döneme geçene kadar halkın dini değerlerinin siyasette kullanılması düşüncesi ortaya çıkmamıştı. Ancak, 1950ler’den itibaren günümüze kadar gelinen süreçte dini siyasete alet etme fikri gittikçe artan bir oranda yükselmiş ve bugün en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Toplumlarda kendine güveneceği bir zemin arayan grupların mutlaka bir çıkış noktası bularak, içine düştüğü güvensizlik ortamından kurtulma arayışları, bugün STK’lar ve cemaatler gibi oluşumlarla karşılanmaya çalışılıyor. Boşlukların her zaman doldurulacağı fikri burada da işliyor. ‘İyi, Doğru ve Güzel’in karşılığını arayan insanlar bu topluluklarda cevap bulmaya çalışıyorlar.

Bugün gelinen noktada ise, dini esasları ön planda tutan, muhafazakar kesimin ihtiyaçlarına cevap verme vaadiyle iktidar olan siyasi parti,” İyi, Doğru ve Güzel” in ” Doğru” adresi olamamış, bir yandan AB ile ilişkilerini sürdürmeye çalışırken vaat ettiği hızda ilerleyememiş, diğer yandan muhafazakar kesimin beklentisi içinde olmadığı farklı konularla ilgilenmeye başlamıştır.

Bugün, bu kaos ortamından Türk toplumunu çıkaracak olanlar, bütün bu karmaşanın içinde, hem modern hem de muhafazakar olabilen, yani hem dinini anlamış ve inanan hem de Batı’nın kendi kültürüne uygun olan taraflarını almış, Batı’ya sırtını dönmeyen, onun modernlik anlayışını, kendi kültürünü de muhafaza ederek yaşayan insanlar olacaktır.

Cumhuriyetin kavramlarını, Atatürk devrimlerini hazmetmiş, benimsemiş aynı zamanda da Müslüman bir Türk’ün ne demek olduğunu kavramış insanlar, bu savaştan galip çıkacaktır. Bu insanların ne ahiret korkusu ile ne de ”Batılılaşırsak değerlerimizi kaybederiz.” korkusuyla işi yoktur.

Çünkü onlar, İyi, Güzel ve Doğru’nun karşılığını bulmuş, ‘Bugün ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmanın” ne olduğunu ”Doğru” anlamış insanlardır.

Peyman YÜKSEL

Scroll to top
error: