Finansa veya Doğal Kaynaklara Dayalı Büyüme Modeli Sona Eriyor

“Küresel ekonomide büyüme sürüyor, buna karşılık ticarete ilişkin tartışmalar, ABD Merkez Bankası’nın (FED) para politikasında normalleşme sürecine girmesi, teknolojik yeniliklerin ekonomik riskleri arttırması ve bunun tüm dünya genelinde bulaşıcı bir etki yaratması söz konusu.” Bu sözler Cakarta’da düzenlenen IMF konferansında konuşan Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde’ye ait. Lagarde, ülkelerin bu süreçleri takip ederek değişime hazır olması gerektiğini belirtti. IMF Başkanı, ABD Başkanı Donald Trump’ın özellikle çelik ithalatında ek gümrük vergisi koyma kararını eleştirdi ve böyle bir ticaret savaşının sonucunun herkes için “Kaybet-Kaybet” olacağına dikkat çekti.

Dünyada, 2008 küresel finansal krizinden beri yani son on yıldır zorlanan imalat, hizmet ve istihdam rakamları bu yıl yukarı yönlü sinyallerle olumlu seyrediyor. Gelişmiş ekonomilerin hızı gelişmekte olanları geçmiş görünüyor. IMF’e göre küresel büyümenin 2018-2019 döneminde yüzde 3,9’a ulaşması bekleniyor. Amerikan ekonomisi 2017’nin 4. çeyreğinde 2,5 büyüdü. En hızlı büyüyen ekonomilerin ise çoğu Avrupa’da yer alıyor. Tabii ki gelişmiş ülkelerdeki ve özellikle Avrupa Birliği’ndeki (AB) ekonomilerin canlanması ve talebin artması Türkiye açısından son derece önemli. Çünkü Türkiye en çok AB’ne ihracat yapıyor. Avrupa Birliği’nin (AB-28) ihracattaki payı 2017 Ocak ayında yüzde 47 iken, 2018 Ocak ayında yüzde 52,3 oldu. Yatırımların artıyor olması, üretimin, tüketimin, verimliliğin ve istihdamın artmasını sağlayacaktır. Türkiye ekonomisi 2017 yılı büyüme hızı ile güçlü ve risklere karşı sağlam bir görünüm sergiliyor. IMF, Türkiye için 2018 ve 2019 yıllarına ilişkin ekonomik büyüme öngörülerini, geçen Ekim ayındaki öngörüyü 0,8 puan artırarak yüzde 4,3’e çıkardı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ise, Türkiye’nin büyüme tahminini bu yıl için yüzde 5,3’e, 2019 için de yüzde 5,1 düzeyine yükseltti. Hindistan’ın 2018’de yüzde 7,2 ve 2019’da yüzde 7,5, Çin’in 2018’de yüzde 6,7 ve 2019’da yüzde 6,4 büyüyeceği belirtildi.

Dünya nüfusunun yaklaşık 7,6 milyar olduğunu göz önüne alırsak ve bu nüfusun büyük bir kısmının Çin (1,400 milyar kişi) ve Hindistan’da (1,340 milyar kişi) yaşadığını düşünürsek, bu ülkelerdeki gelişmelerin dikkatle takip edilmesi gerekiyor. Çin’de Pekin hükümeti küreselleşme yarışında bir dizi reformları hayata geçirirken Hindistan ekonomisi de Çin’i çok yakından takip ediyor. 2017’nin son çeyreğinde yıllık ölçekte yüzde 7,2 oranında büyüyen Hindistan, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi oldu. Hindistan’da inşaat sektörü büyümeye en fazla destek veren sektörlerin başında geliyor. Çin ise Hindistan’ın en büyük rakibi olarak 2017’de yüzde 6,8’lik bir büyüme oranını gerçekleştirdi. Bölgede ayrıca gelişmiş ülke statüsüne sahip, dünyanın en hızlı büyüyen ve Asya’nın dördüncü büyük ekonomilerinden birine sahip Güney Kore de önemli bir ülkedir. Güney Kore’de özellikle elektronik endüstrisi, otomotiv endüstrisi, gemi yapımı, makina endüstrisi, petrokimya ve robotik gibi sektörlerdeki üretim de son yıllarda dikkate değer oranda artmıştır.

Rekabetin Artacağı Yeniden Sanayileşme Dönemi 

Büyümede rekabet devam ederken ne sadece finansa dayalı ne de sadece doğal kaynaklarla büyümenin artık yeterli olmadığı görülüyor. Yakın zamanda özellikle petrol fiyatlarındaki büyük düşüşlerin, petrol üreten ülke ekonomilerini ne derece büyük ölçüde sarstığını gördük. Demek ki artık sadece tek bir alana, tek bir doğal kaynağa dayalı büyüme modelleri riskli oluyor. Aynı şekilde finansal dalgalanmalar da sadece finansa dayalı bir büyüme modelini uygulayan ekonomileri zora sokuyor. Bu riski gören ülkeler farklı arayışlara girdiler. Kimi teknolojiye ağırlık vermeye başladı kimisi de farklı sanayi dallarına yatırım yapıyor. Bu yeni dönemin ilk sinyalleri Sanayi 4.0 ile verilmişti. Bundan sonra artık nesnelerin interneti dönemi başladığından teknolojiye, inovasyona, AR-GE’ye yatırım yapmayan ülkelerin bu yeniçağı yakalamaları mümkün görünmüyor.

Finans ağırlıklı büyüme modellerinin yerine artık sanayiye dayalı büyüme modeli ön plana çıkıyor. Finansal kapitalizm döneminin sonuna gelindiği ve reel sektöre dayalı büyümenin artık daha sürdürülebilir olduğu görülüyor. Çünkü büyüme rakamları ülkelerin ne kadar imalat yaptığına ve ne imal ettiğine göre şekilleniyor. Çin gibi hem merkez olan hem de doğal kaynakları zengin olan ülkelerdeki sanayiye dayalı büyüme, çevre ülkeleri de yukarı yönde büyütüyor. Çin, kendi kapasitesinin fazlasını azaltarak Asya Pasifik’te sanayiye dayalı yatırımlar yapıyor. Bu gelişme, son derece önemli olup yakından takip edilmelidir. Son yıllarda ekonomisi petrol ve gaz gibi doğal kaynaklara dayalı ülkelerin karbon ekonomisinden çıkarak sanayiye yöneldiği, gelişmiş ülkelerin ise yüksek teknolojiyle daha hızlı büyümeyi hedeflediği görülüyor. Birleşik Arap Emirlikleri bile artık sanayiye ağırlık veriyor. Bizim gibi doğal kaynaklara dayalı olmayan ekonomilerin ürettiği benzer tüketim mallarını üreten böyle ülkelerin sayısı artacağından, önümüzdeki dönemde rekabetin artacağı görülüyor.

Değişimi yakından takip edilmesi gereken ülkelerden birisi de Suudi Arabistan. Uzun yıllardır doğal petrol kaynakları ile ekonomisini sürdüren Suudi Arabistan, 2016 yılında yaşanan petrol fiyatlarındaki sert düşüşten oldukça etkilenmiş hatta döviz birikimlerini eritmişti. Petrol varil fiyatları birkaç yıl daha böylesine düşük seviyede seyretseydi, bütçe açıkları ile beraber ülkenin birkaç yıl içinde çok zor durumda kalması kaçınılmazdı. Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümü ve sonrasında Selman bin Abdülaziz el-Suud’un göreve gelmesi, yönetimde gençleştirmeye gidilmesi ülkede modernleşme ve farklı alanlarda gelişme çalışmalarına da yansıdı. Bunlar arasında Suudi Arabistan’ın Ürdün ve Mısır sınırında kurulacak olan ticaret ve yatırım merkezi olan NEOM (İngilizce New ve Arapçadaki Müstakbel kelimelerinden türetilmiş) kenti dikkat çekiyor. NEOM’un yüzölçümü, 26,5 bin kilometre kare olup 500 milyar dolarlık maliyetle tarihin en pahalı yatırım projesi olarak kabul ediliyor. Bu rakam, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İsrail ve diğer bölge ülkelerinin gayrisafi yurtiçi hasılalarından (GSYİH) daha yüksek. Suudi Arabistan’ın teknolojiye ne kadar yatırım yaptığını ve öncelik verdiğini bu projeden anlayabiliriz. Çünkü NEOM, robot sayısının insan sayısından fazla olacağı iddia edilen dünyanın ilk kenti olacak. Rusya’nın NEOM’daki rolü dikkat çekiyor. Rusya Doğrudan Yatırımlar Fonu (RFPİ), Rus ve uluslararası ortaklarla birlikte Suudi Arabistan’daki geleceğin kenti NEOM’un kuruluşunda yer alacak. Petrokimya, yenilenebilir enerji, ulaşım altyapısı, yapay zekâ teknolojisi vb. alanlarda Rusya ile işbirliği yapılacak.[1] Bölgede özellikle son dönemlerde Rusya’nın ağırlığını göz ardı etmemek gerekiyor. Türkiye de Rusya ile geçmişe nazaran daha sıcak ilişkiler geliştiriyor.

Tüketimde Borçlanmaya Dikkat

Ülkemizin genç ve dinamik nüfusa sahip olması, tüketim harcamaları ve internet erişimindeki artış, imalat ve hizmet sektörlerini etkiliyor. Özellikle internette geçirilen zaman ve kredi kartlarının bugünkü ekonomiyi şekillendirme etkisi her geçen gün artıyor. Kredi kartına, krediye kolay erişim, beraberinde riskleri de getiriyor. Bu yönüyle tüketim-üretim dengesi çok iyi ayarlanması gereken bir dengedir. Eğer bir ülkede tüketim olması gerekenden az ise çok fazla tasarruf yapılıyor yani üretim-ürün var ancak ürettiklerimizi tüketmiyoruz demektir. Bu kadar tasarrufla yatırım yapsak da tüketim az olduğundan şirketlerin kârları düşük olur, bu da ücretleri azaltır ve ülkede kişi başına gelir düşer. Tam tersinde ise; çok fazla tüketim olduğunda yatırımlar ve istihdam azalır. Tüketimin de borçla değil normal kazançla yapılanı makbuldür. Çünkü kredi kartı veya kredilerle yani borçlanma ile yapılan tüketim harcamaları geleceğimiz için bir tehdit oluşturur. Piyasadaki ve ekonomideki dalgalanmalar sonucu işsiz kalmamız, döviz kuru, siyasi risk gibi faktörler gelecekte o borcu ödememizi zora sokabilir.

Bildiğiniz üzere Türkiye ekonomisi geçen yılın üçüncü çeyreğinde, yüzde 11,1’lik büyüme rakamı ile rekor kırdı. Halkımızın tüketimindeki artışın ise yüzde 11,7 olması ve büyümenin üzerine çıkması da dikkat çekici oldu. Acaba tüketiciler en çok neleri tükettiler diye baktığımızda özellikle dayanıklı tüketim malları tüketiminin yüzde 31,1 arttığını görüyoruz. Yürütülen kampanyaların bunda büyük ölçüde etkili olduğu ve mobilya, buzdolabı, araba satışlarının tüketicinin ilk sıradaki tercihlerini oluşturduğu ortaya çıkıyor. Yarı dayanıklı malların tüketimindeki artışın ise yüzde 9,7 civarında olduğu görülüyor. Halkın günlük harcamalarından oluşan dayanıksız tüketim harcamalarının da üçüncü çeyrekte yüzde 10,7 arttığı belirleniyor. Tüketime dayalı büyümeden, yatırıma ve ihracata dayalı büyümeye modeline geçmemiz gerektiğini söyleyebiliriz. Yatırıma dayalı büyüme modeli istihdam sağlar, ülkenin farklı bölgelerinde gelir dağılımında adaleti sağlar. İhracatın artması ama özellikle katma değer yaratan teknolojik ürünler bazında artması ve ülkemiz ekonomisinin bu yönde büyümesi, büyüme ivmemizin çok daha hızlanmasına neden olacaktır. Şu konuda karar vermemiz gerekiyor: Sanayi 4.0’ın konuşulduğu, teknolojik transformasyonun hayatımıza girdiği bugünlerde yeni teknolojileri üretmeye mi aday olacağız, yoksa başkaları tarafından üretilmişleri mi tüketeceğiz?

Dışarıdan doğrudan yatırımı çekecek olan ihracata dayalı, katma değerli, teknoloji ağırlıklı büyüme modelidir. Tabii bunun yanı sıra yatırımcıya güven ortamının da sağlanması öncelikli konulardandır. Özellikle güneydoğu sınırımızdaki terör unsurlarının temizlenmesine yönelik Zeytin Dalı Harekâtı, bu anlamda çok haklı ve doğru bir adımdır.

Türkiye Milli Derecelendirme Kuruluşunu Kuruyor

Kredi derecelendirme kuruluşlarının ülkelere verdiği yatırım yapılabilme notları ve ekonomik görünümlerinin değerlendirilmesi, son yıllarda inandırıcılığını ve güvenirliğini kaybetti. Bu güven sarsılmasının en büyük nedeni de 2008 küresel finansal krizinde batan ABD’li 158 yıllık yatırım bankası Lehman Brothers ve Merrill Lynch gibi dev kuruluşlara verilen olumlu puanlamalardı. Kötüye giden gerçek durumları krizde ortaya çıkan bu gibi büyük firmalara eğer doğru değerlendirmeler önceden yapılsaydı, bu kriz böylesine büyük bir etki yaratmayacaktı. Son yıllarda Türkiye hakkında yaptıkları olumsuz değerlendirmelerin, ülke ekonomisinin risklere kaşı dayanıklılığı ve büyüme rakamları göz önüne alındığında, yabancı yatırımcı üzerinde yanlış izlenim uyandırdığı ve yanlı olduğu ihtimalini düşündürüyor. Türkiye hükümeti bu gelişmeler ışığında, kendi milli derecelendirme kuruluşunu kurma yönünde adımlar atmaya başladı.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben, Milli Kredi Derecelendirme Kuruluşu ile ilgili olarak; tarihin henüz belli olmadığını ancak bu yıl içerisinde bir noktaya getirmek istediklerini, bu sene içinde kurulmasını hedeflediklerini belirtti. Türkiye’de derecelendirme faaliyetinde bulunması Sermaye Piyasası Kurulunca (SPK) kabul edilen uluslararası derecelendirme kuruluşları; Standards & Poor’s, Moody’s ve Fitch’dir. Bugün Türkiye’yi kendi derecelendirme kuruluşunu yaratma noktasına getiren bu kurumlardan Moody’sten son birkaç haftada yapılan açıklamalara bakacak olursak:

Moody’s, Türkiye’nin 2018 büyüme beklentisini yüzde, 3,2’den yüzde 4’e, önümüzdeki yıla ilişkin beklentisini ise yüzde 3,3’den yüzde 3,5’e revize etti. (27 Şubat 2018)

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “Ba1″den “Ba2″ye düşürdü, not görünümünü “negatif”ten “durağan”a çevirdi. (8 Mart 2018)

Aynı kuruluşun bir hafta ara ile yaptığı açıklamaların ne kadar çelişkili olduğunu görüyoruz. Kredi notunun aşağı çekilmesinde, iki temel gelişmenin belirleyici olduğu kaydedilen açıklamada, özetle “kurumların direncindeki süregelen kayıp” ve “dış şok riskinin yüksek borç ve siyasi riskler nedeniyle artması” denildi. Büyüme rakamları yukarı yönlü revize edilirken bu riskler yok muydu? Moody’s açıklamasında kurumların direncindeki düşüşe, “parasal politikanın etkinliğindeki ilave aşınma ve temel yapısal reformların uygulanmasındaki ek gecikmeleri” örnek gösterdi. Bütün bu riskler, büyüme tahminlerinde göz önüne alınmadı mı? Küresel yatırımcı hangi kriterleri göz önüne alacak ve yatırım yapma/yapmama kararı verecek acaba?

Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) öncülüğünde kurulması planlanan Milli Derecelendirme Kuruluşu çalışmalarının başlaması, Türkiye’deki sistemi ve şirketleri tanıyan bir yapının kurulması, bankaların borçlanma maliyetine de katkı sağlayabilir. Milli Derecelendirme Kuruluşunun uluslararası standartlara uygun, bağımsız ve tarafsız yapısını oluşturmak kolay olmayacaktır. Veri toplaması, rüştünü ispat etmesi zaman alacaktır. Ancak, sağlam bir yapıya sahip böyle bir kuruluşun faaliyete geçmesi, yabancı yatırımcıya uluslararası diğer derecelendirme kuruluşlarının raporlarına alternatif bir değerlendirme imkânı sunacaktır.

[1] Suudi Arabistan’ın Rüya Kenti: NEOM; https://tr.sputniknews.com/infografik/201711161031021346-suudi-arabistan-yatirim-kenti-proje-inovasyon-ticaret-robot-bagimsiz-is-endustri-alani-neom/; Erişim Tarihi: 10 Mart 2018,

 *Bu makale TSE Standard, Ekonomik ve Teknik dergisi Mart 2018 sayısında yayınlanmıştır.

Scroll to top
error: