Küresel Ekonomide Algı Yönetimi ve Davranışsal Ekonomi

Peyman Yüksel

Ekonomist                                                                

Yılın son aylarına girdiğimiz bu günlerde küresel ekonomiye yön veren en önemli dört merkez bankası başkanı bir araya geldi. Avrupa, İngiltere, ABD ve Japonya merkez bankası başkanları, Almanya’nın Frankfurt kentinde düzenlenen “Politikanın kalbinde: Merkez bankası iletişiminde mücadeleler ve fırsatlar” temalı konferansta buluştular. 

FED Başkanı Janet Yellen, konferansta yaptığı konuşmada, FED’in gelecekteki ekonomi politikalarının belirlenmesi konusundaki yönlendirmenin her zaman faydalı olduğunu, ancak bunun ekonomideki genel görünüme ve koşullara bağlantılı olması gerektiğini vurguladı. Merkez Bankalarının kamu ve piyasalar ile nasıl iletişim kurulması gerektiğine odaklanılan panelde, Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı Mario Draghi ise AMB’nin ileriye dönük “Sözlü Yönlendirme” politikalarının başarılı olduğunu belirtti. “Sözlü yönlendirmenin değişik kısımlarının (bir tarafta faiz ve diğer tarafta varlık alımları) sinerji içinde hareket edeceği ve böylelikle her birinin diğerinin etkisini çoğaltabileceği bir çerçeve formülle ettik” dedi. Japonya Merkez Bankası (BOJ) Başkanı Haruhiko Kuroda, iletişimde yanlış anlamaları önlemek için en iyi yolun basit mesajlarla açıklama yapmak olduğunu söylerken; İngiltere Merkez Bankası (BOE) Başkanı Mark Carney de, yatırımcıların yanı sıra kamuoyunun geniş kesimleriyle ilişki kurmanın önemine değindi.(1)

Konferansın belki de en önemli çıktısı “Sözlü Yönlendirmeler ve Algı Yönetimi” konularında adeta itirafların gelmesi oldu. Dört merkez bankası başkanı da dünya ekonomisinin neredeyse tamamen algı ile yönetildiğini ve bunun da bir başarı olduğunu söylediler. Uzun zamandır bizim de yazılarımızda sözünü ettiğimiz FED’in faiz artışı kararlarının beklenmesi, faiz arttı mı artacak mı beklentileri piyasaları olukça etkiliyor. Aynı şekilde, küresel ekonomiye yön veren gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının politikaları, örneğin parasal genişlemeye gidip gitmeyecekleri yani piyasalarda para bolluğunun olup olmayacağı gibi konuların ihtimali bile piyasalarda dalgalanmalara neden oluyor. Keza aynı şekilde FED’in yıllardır oldukça şişmiş olan bilançosunda daralmaya gideceği fısıltıları bile küresel yatırımcıların kulak kesildiği konular arasında ilk sıralarda yer alıyor. Frankfurt’ta yapılan dört büyük merkez bankası başkanın katıldığı konferansta açıkça ifade edilen “Sözlü Yönlendirme Politikaları” itirafı uzun zamandır bilinen bir gerçeği ortaya çıkardı. Ekonomi artık Algı Yönetimi ile şekilleniyor.

Klasik ekonomi teorisine göre insanların (tüketici ve üreticilerin) çıkarları peşinde koşmasının toplum için en iyi şey olduğu savunuluyordu. Neoklasik yaklaşımda bir adım daha ileri gidilerek; tüketicilerin kendileri için en fazla tatmini sağlayan malları talep edeceği, bunu karşılayan malları üreten üreticilerin de en yüksek kârı elde edeceği noktada toplumun refah seviyesinin en üste çıkacağı ileri sürülüyordu. Bu yaklaşımı “İçgüdüsel Ekonomi” olarak tanımlamak mümkündür. Ancak en güçlü olanın en iyi ürüne ulaşması, bu ürünü üreten firmaların maksimum kâra ulaşmaya çalışması bazılarının da ezilmesine neden oluyor.

İçgüdüsel yaklaşımlar “ezilen” kesimlerin haklarını korumaya yönelik çalışmalarla (kadınlara fırsat eşitliği, asgari ücretin artırılması vb) törpüleniyor. Günümüzde artık klasik ekonomi teorisinin yani her şeyin ideal dengesine kendiliğinden ulaşacağı yaklaşımının doğru olmadığı görülüyor.(2)

Nobel ödülün bu yıl  “Davranışsal Ekonomi” alanında uzmanlaşmış bir kişi olan Chicago Üniversitesi ekonomistlerinden Richard Thaler’a verildiğini, ABD eski Devlet Başkanı Barack Obama’nın görevi bırakmadan önce imzaladığı KHK’lardan birinin tüm kamu projelerinde “Davranışsal Ekonomi” ilkelerinin kullanılması ile ilgili olduğunu göz önüne alırsak, konunun önemi daha iyi ortaya çıkıyor. “Davranışsal Ekonomi” bireylerin ekonomik kararlar alırken her zaman “akılcı” davranmadığını, sosyo-kültürel ve psikolojik birçok etki altında karar verdiğini ve ekonomi politikalarının da bu faktörler dikkate alınarak tasarlanması ve uygulanması gerektiğini savunuyor. 

Dünya Ekonomik Forumu yayınladığı Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre 2017’de kadınların sağlık ve eğitime ulaşabilme eşitliği artarken ekonomiye ve politikaya katılımında eşitsizlik oranı hala yüksek seyrediyor. Şaşırtıcı sonuçlardan birisi, Ruanda’nın cinsiyet eşitliği sıralamasında 4. sırada yer alması ve dünya genelinde parlamentoda en fazla kadının bulunduğu ülkenin Ruanda olması. En çarpıcı sonuç ise bugünkü koşullar aynı şekilde devam ederse dünyada kadın-erkek ücret eşitliğinin ancak 217 yıl sonra sağlanacak olması. Rapora göre bir önceki yıla kıyasla, 60 ülkede cinsiyet eşitsizliği artarken 82 ülkede azaldı. (3)

AB ve Euro Bölgesi’nin Geleceği

Kurulduğu günden beri ekonomi, siyaset ve teknoloji alanlarında önemli bir güç merkezi haline gelen Avrupa Birliği (AB), İngiltere haricinde 27 ülkeden meydana geliyor. Bu ülkelerden 19’u ise ortak para birimi olan Euro’yu kullanıyor. 2008 yılında ABD’de başlayıp kısa sürede Avrupa’ya yayılan küresel krizden sonra özellikle Avrupa’nın güneyinde bulunan ülkeler (İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan gibi) borç krizi yaşayınca, bir anlamda Birlik’in temelinde yatan sıkıntılar su üzerine çıkmaya başladı. 2015 yılından beri Avrupa Merkez Bankası (AMB) Varlık Alımı Programı uygulayarak piyasalara bol miktarda likidite enjekte etmeye başladı.

Ancak Birleşik Krallık’ın Birlik’ten çıkma kararı ve son yıllarda yapılan seçimlerde AB karşıtı partilerin yüksek oy alması, Avrupa Birliği ve Euro Bölgesi’nin ne derece sürdürülebilir olduğunun sorgulanmasına neden oluyor. Ekonomik büyümedeki yavaşlama ve mülteci krizi de AB vatandaşlarının önemli bir kısmının, AB’nin ve Euro Bölgesi’nin geleceği hakkında endişe duymasına neden olan konuların başında geliyor.

Türkiye’de Ucuz Et ve Yerli Araba Dönemi

Türkiye ekonomisi büyümede iyi performans sergilemeye devam ediyor. Aralık ayında açıklanacak olan büyümede tahminlere göre, 3. çeyrek büyüme rakamlarının çift haneye ulaşması bekleniyor. Ekonomi yönetimi piyasaları canlı tutmak, KOBİ’leri, esnafı desteklemek için bazı teşvikleri, vergi indirimlerini hayata geçirmişti. Bu teşviklerin üretime güçlü etkisiyle, özellikle Dayanıklı Tüketim Mallarında yıllık bazda yüzde 36,5’luk rekor bir artış yakalanmıştı.

Türkiye’nin cari açığını etkileyen en büyük kalemlerden enerjinin yerli üretime dönüştürülmesi yönündeki çalışmalar, madencilik sektöründeki canlanma, maliyet enflasyonun dizginlenmesinde önem arz ediyor. Aynı şekilde imalat sanayinde yerli hammadde ve kaynaklarla üretim, büyümede istikrar getirecektir. Eylül ayında bunun sonucunu yerli makine ve teçhizatta yüzde 10,9’luk artışla almıştık. Bu yönde çalışmaların süreklilik arz etmesi hem sürdürülebilir büyüme hem de istihdam artışı için oldukça önemlidir. Sanayi üretimindeki artış Ağustos ayı işsizlik rakamlarına da olumlu şekilde yansıdı.  Geçen yıl aynı ayda yüzde 11,3 olan işsizlik, bu yıl Temmuz ayında yüzde 10,7 iken Ağustosta yüzde 10,6 olarak gerçekleşti.

Ülkemizde son aylarda yüksek seyreden enflasyonu etkileyen önemli kalemlerden birisi olan yüksek et fiyatlarına önlem olarak bu yıl Kasım ayında hükümet tarafından yeni bir uygulama başlatıldı. Uzun yıllardır et fiyatlarının yüksekliğine çözüm bulmaya çalışan hükümetin, Gıda, Tarım ve Hayvancılık yeni Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, bu uygulamanın sinyallerini Ekim ayında vermişti. Yürürlüğe giren uygulama ile Et ve Süt Kurumu’nca (ESK) yurtdışından temin edilen etlerin, Türkiye genelinde mağazası olan iki büyük zincir market tarafından 29 TL’lik kıyma ve 31 TL’lik kuşbaşı şeklinde satışına başlandı. Türkiye son olarak 11 Ekim’de Sırbistan’dan 5 bin ton et ithal anlaşması imzalamıştı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye bu yılın altı ayında 548 milyon 419 bin dolarlık canlı hayvan, 7 milyon 704 bin dolarlık da et ithal etmiş bulunuyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından desteklenen “ucuz et” projesinin sonuçları kısa vadede ortaya çıktı ve et fiyatlarında yüzde 10-15’lik bir ucuzlamaya neden oldu. Ancak bu durumun sürdürülebilir olması için, uzun vadede yerli hayvan üretiminin artırılması ve besi desteğinin yeniden gündeme alınması gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ilk defa 2011’de gündeme getirdiği “yerli otomobil” projesini yürütecek konsorsiyum, 3 Kasım günü açıklandı. Türkiye’de tasarlanacak, üretilecek motorlu bir aracı yurtiçi ve yurtdışında pazarlamayı amaçlayan “Türkiye’nin Otomobili Projesi” Anadolu Grubu, Zorlu Grubu, Kıraça Holding, BMC ve Turkcell tarafından yürütülecek. Yerli otomobildeki babayiğitler belli olduktan sonra sıra, hangi ilde üretileceği kararına geldi. Elektrikli motor ile üretilecek yerli otomobil için Konya, İzmir Aliağa, Kocaeli, Denizli, Eskişehir, Sivas, Elazığ, Bursa, Erzurum ve Afyon gibi birçok ilden talep gelmeye devam ediyor. Ayrıca 2021 yılına kadar üretimine başlanması hedeflenen yerli otomobil için siparişler de şimdiden başladı. İstanbul Ticaret Odası (İTO)  Türkiye’nin Otomobili Projesinden, 200 bin araç almayı taahhüt etti.  Space X ve Tesla’nın CEO’su Elon Musk’ın sürpriz Ankara ziyareti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile buluşmasında gündemde yerli otomobil, uydu teknolojileri ve yatırım vardı. Musk, her ne kadar Türkiye‘ye Türksat 5A-5B uydularının uzaya fırlatılması bağlamında geldiyse de yeni nesil piller, güneş ve rüzgâr enerjisi konularının da görüşmede ele alındığı açıklandı.

(1) “4 büyükten önemli mesajlar”, http://uzmanpara.milliyet.com.tr/haber-detay/gundem2/4-buyukten-onemli-mesajlar/75000/75885/

(2) İçgüdüsel Ekonomi, Mağfi Eğilmez,

http://www.mahfiegilmez.com/2017/11/icgudusel-ekonomi_18.html,

(3) The Global Gender Gap Report 2017, http://www3.weforum.org/docs/WEF_GGGR_2017.pdf

*Bu makale TSE Standard, Ekonomik ve Teknik Dergisi Kasım 2017 sayısında yayınlanmıştır.

Scroll to top
error: